DOLAR 32,6043 0.27%
EURO 34,8018 0.38%
ALTIN 2.409,81-0,93
BITCOIN 21564360,28%
Sakarya
19°

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

İslam Aleminde İran Faktörü  

İslam Aleminde İran Faktörü  

ABONE OL
Şubat 23, 2024 09:55
İslam Aleminde İran Faktörü  
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Söz konusu İran olduğunda, akla ilk gelen hakikat, Fars kültürünün dünyaya sağlamış olduğu katkılar ve inceliklerdir. Tartışmasız bir şekilde, bu katkıların en belirgin örneği şiir ve edebiyata yapılmıştır. Edebiyatın vazgeçilmezi olan ve kendine has bir alan oluşturan “divan edebiyatı,” büyük ölçüde Fars-İran kültürünün etkisiyle ortaya çıkmıştır. Günümüzde İngilizce’nin önemi neyse, o dönemde Farsça da o kadar önemli ve değerliydi. Bu durumu destekleyen bilinen bir başka gerçek ise Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlar tarafından kullanılan Farsça şiirlerdir. Siyasi, diplomatik ve kültürel anlamda Farsça, Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir yer tutmaktaydı. Ayrıca, İslamiyet’in kabulüyle birlikte İran, Osmanlı’nın çöküşüyle İslam dünyasında güç kazanmış ve etkili bir ülke haline gelmiştir. İran’ı ve İslam dünyasındaki etkisini anlamak için, İslamiyet’in kabulünden önceki Pers-Sasani dönemine kısaca değinmek faydalı olacaktır. 

İslamiyet Ve İlk Temas 

Tarih boyunca İran coğrafyası; Roma, Selçuklu, Osmanlı devleti gibi önemli devletlerin etki sahası olmuş. Bu nedenle Zerdüştlük, Hıristiyanlık ve İslamiyet ile bağ kurmuşlardır. İnsanoğlunun bulunduğu her yerde iletişim ve etki kaçınılmazdır. İran’ın İslamiyet ile ilk teması, Hz. Peygamber Muhammet’in (sav) elçilerinden Abdullah b. Huzeyfe’nin gönderilmesiyle gerçekleşir. Ancak dönemin hükümdarı 2. Hüsrev daveti kabul etmez, öfkelenir ve kağıdı yırtar. Her ne Kadar dönemin hükümdarı 2. Hüsrev Hz. Peygamber (sav)’den gelen daveti başlangıçta kabul etmediyse de  yukarıda da ifade ettiğimiz gibi insan daima gelişmekte ve yeniliklere açıktır. Bu yenilikler bazen büyük olayların vuku bulmasıyla bazen de hiç fark etmeden yaşamın kendi içerisinde  adeta suyun sessizce akıp kendine yol tayin etmesi gibi gerçekleşir. Fakat, İran için İslamiyeti tanıması, varlığından haberdar olması  tarih sahnesinde savaş vesilesiyle olmuştur. Siyasal anlamda ilk temas, Halife Hz. Ömer döneminde İslam ordularının Sasani ordusuyla 636 yılında Kadisiye savaşında bulunmasıyla olur. Kadisiye savaşının ardından 637’de Celûda, 642’de Nihavend savaşı yaşanır ve bu savaşlar İslam ordusunun zaferi ile sonuçlanır. Tabii olarak Araplar’ın İran’ı fethetmesi ile birlikte İslam dini İran coğrafyasında varlığını göstermeye başlar, halk zamanla bu şekilde İslam’ı kabul eder. Günümüzde İran denildiğinde  herkesçe bilinir ki İran toplumunda azımsanmayacak kadar bir kitleye sahip olan “Peygamberliğin aslında Hz. Ali (rah)’a verileceği fakat Cebrail (as. )’ın Hz. Muhammet (sav)’i, Hz. Ali’ye benzetip vahyi ona getirdiği” kanaatinin var olasıdır. Bu yönüyle İran kendisini  İslam coğrafyasında hep farklı konuma yerleştirir.  Örnek olarak 656 yılında  yaşanan ve İslam tarihi literatürünü “Cemel Vakası” olarak giren hadise gösterile bilir. Cemel Vakasını kısaca izah edelim: Cemel Vakası Hulefa-i Raşidin’in 3. Olan Hz. Osman (rah)’ın asiler tarafından şehit edilmesinden sonra Halife olan Hz. Ali (rah)’ın mücadele ettiği en büyük sorun olan Hz. Osman’ın katillerini bulunmasıdır Cemel vakası da bu neden dayanır.  Söz konusu meselede Hz. Ayşe validemiz ve Hz. Ali’nin karşı karşıya gelmesine sebep olmuştur. Daha sonralarda Hz. Ali (rah)’ın hilafetinin bitmesinin en büyük nedeni de yine bu mesele olacaktır.  

Osmanlı İle İlişkileri  

Osmanlı ile İran arasında kültürel manada temaslar özellikle 16. Yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmıştı. Siyasi manada ise ilk temas 1555 yılında, Şah Tahmasp ile Kanuni Sultan Süleyman’ın arasında imzalanan Amasya Antlaşması ile gerçekleşmiştir. Adı geçen antlaşma ile birlikte devletler arası barış sağlanmasına rağmen uzun ömürlü olmadı; tarih boyunca her iki devlet sürekli olarak bir rekabet içerisinde oldu. Hatta bu rekabet kimi zaman uzun soluklu düşmanlıklara dönüştü. Tarih boyunca Osmanlı ile İran arasında önemli savaşlar vuku bulmuştur; bunlardan birkaçı şunlardır: 

1603- 1618 savaşı 

1730- 1735 savaşı 

1743- 1746 savaşı  

1775- 1776 savaşı  

1821- 1823 savaşı  

Tarihi olaylardan hareketle görünen o ki, İran daha önce hiçbir yabancı devletle savaş ya da mücadele içerisine girmemiş; siyasi ve ideolojik gücünü büyük ölçüde Osmanlı devleti ile mücadele etmek için kullanmıştır. Elbette burada, İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulduktan sonra ABD ile yaşadığı ve halen devam eden mücadeleyi de belirtmek gerekir. Peki, bunun sebebi nedir? İslam alemi’nin hamisi olma arzusu mu, yoksa İran’ın benimsemiş olduğu mezhep ve fikir farklılığından ötürü Osmanlı Devleti gibi bir gücün karşısında dayanamayıp varlığını kaybetme endişesi mi? Şayet bunlardan herhangi biri ise, elbette siyasi, politik veya ideolojik olarak İran’ın bu isteği meşrudur. Ancak, bu durumda İran’ın şu soruya cevap vermesi gerekir: Bütün dünya 7 Ekim hadisesinin vuku bulmasıyla Filistin’e odaklanırken ve yüreklerimiz Kudüs’e yapılan zulme acırken, İran’ın Pakistan’a füze saldırısıyla ne amaçlamaktadır? İran öteden beri İslam alemin’e kan kusturan İsrail Ve ABD’ye karşı sergilemediği bu tutumu neden Pakistan’a göstermiştir? 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.